“Doğuştan iki beyinli ama yarım kalpli.” Arkadaşları Nash’i sosyal açıdan tanımlamak için bu sözü kullanıyordu. Saldırgan bir yapısı olmamasına rağmen insanlarla iletişiminde nezaket kurallarını çiğneyebiliyordu. Bu gizemli dahinin hayatını anlatan film “A Beautiful Mind” Türkiye’de “Akıl Oyunları” adıyla beyaz perdeye getirildi. Russell Crowe’un harika oyunculuğu ve müthiş kurgusuyla “En iyi film” alanında Oscar aldı. Tabiî ki film olması nedeniyle gerçek hayatına göre biraz daha abartılı ve dramatik yapılması olağan karşılanabilir. Bu durum Nash’in sıra dışı hayatını gölgede bırakacak bir etkiye sahip değil. John Nash, başarıyla dolu, aynı zamanda çok çetin bir hayat öyküsüne sahip.
1928 yılında Virginia’da doğdu. Babası bir elektrik mühendisiydi. Küçük Nash’in kitaplarda ve çevresinde gördüğü hayvanları duvara kusursuzca çizmesi babasının dikkatini çekti. Henüz 7 yaşında olan John Nash’in çevresine olan ilgisi yaşıtlarına göre daha farklıydı. Babası, Nash’in bu sıradışı yönünü görerek destekledi. Ona bir mikroskop aldı. Nash bu mikroskobu bulabildiği küçük sürüngenler, kabuklu böcekler ve artık ilgisini çeken her ne varsa onu incelemek için kullanacaktı. Okul çağında yaşıtlarıyla iletişimde sorun yaşayan Nash, tuhaf ilgi alanları nedeniyle arkadaşları tarafından hoş görülmeyecekti (cebinde küçük böcekler taşıyan, yetinmeyip okula getiren bir çocuğa ne kadar hoş bakabileceklerini tahmin edebilirsiniz.)
Nash ilk gençlik çağında Matematiğe büyük ilgi duymaya başladı. Aklında günden güne yeşeren bir fikir filizleniyordu. Gelecekte de saplantı derecesinde onu saracak olan fikir; “hemen her şeyin bir biriyle matematiksel bir denklemle bağlı olduğuydu.”
Hedefini yüksek tutan John Nash, Birleşik Devletler’in prestijli üniversitesi olan Princeton’a başvurdu ancak reddedildi. Daha sonra Carnegie Üniversitesine burslu olarak yerleşti. Üniversitede elde ettiği başarı sonucunda doktora için Princeton üniversitesini tercih etti. Hayatının dönüm noktaları ve kırılma anları bu zaman diliminde gerçekleşti. Nash, sosyal ilişkilerinde en basit ve düz tanımla “sorunlu” olarak görülüyordu. “Doğuştan iki beyinli ama yarım kalpli” sözü, arkadaşlarının onu sosyal açıdan tanımladıkları bir deyim haline gelmişti. Her şeyin matematiksel denklemlerle açıklanabileceği fikrine sahipti. Eğer çevredeki değişkenleri tanımlayacak yeterince güçlü bir denkleminiz varsa, yem yiyen bir grup güvercin ile kaldırımda yürüyen insanların hareketleri arasında doğrudan bağlantı kurabilirdiniz. Nash’in matematik zekası, bizim için deli saçması gelen olayları farklı yorumlamasına sebep oluyordu.
Yetenekleri, uzun süre farkında olmadığı psikolojik problemleri ve hayal gücüyle birleşince hayatındaki kırılmalar başladı. Yakın dostu olarak gördüğü oda arkadaşının gerçekte var olmadığını öğrenmesi uzun yıllar alacaktı. Ölene dek hayali karakterleri ve sanrıları peşini bırakmadı. Dünya dışı yaşam formlarından gizli mesajlar almaktan tutun, Sovyet gizli servisinin kendisine suikast düzenlemek istediğine dair pek çok iddiası vardı. Bir dehaya sahip olan beyni ona oyun oynuyordu. Paranoid Şizofreni teşhisi konulduğunda 30’lu yaşların başındaydı. Tecrit altına alındı. Uzun yıllar süren zorlu tedavi süreçleri atlattı. Eşiyle defalarca ayrıldı ama sonra tekrar birleşti. Büyük bir beyin, dram ve başarı arasında gidip geldi. Doktora tezi olan “Oyun Kuramı” uzun yıllar sonra ekonomi alanında önemli dengeler oluşturdu. 1994 yılında ekonomi alanında Nobel ödülüne layık görüldü.
Nash, 1945 ve 1996 yılları arasında 23 bilimsel çalışma yayınladı, ayrıca “Essays on Game Theory” (1996) ve “The Essential John Nash” isimli kitapları yazdı. Aynı zamanda “Hex” ve “So Long Sucker” adlı 2 popüler oyunun yaratıcıları arasındadır. Princeton'da matematik üzerine çalışmalar yapmaktaydı.
2015 yılında eşiyle birlikte geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi. 81 yaşındaki deha ölene dek paranoid şizofreni ile yaşamayı başardı.